Annemin ilk görev yeriydi
Trakya. İlk gurbete çıkışımızdı. Memleketimizden epeyce uzaktı. Yeni ve
bambaşka bir şehirde yaşayacak olmak hem çok heyecan verici hem de ürkütücüydü.
Kırklareli’yle taşındığımızda yedi yaşındaydım. Yeni bir okul, yeni arkadaşlar,
yeni komşular… Zamanla korkularım yerini sevince bırakmıştı. Korktuğum gibi
olmamış okuluma, mahalleme, komşularımıza çabucak alışıvermiştim. Oturduğumuz
mahalledeki komşularımız gayet samimi ve iyi insanlardı. Sık sık ziyaretimize
geliyorlar, kendimizi gurbette hissetmememiz için ellerinden geleni
yapıyorlardı. Hele o Neriman teyze yok mu? Öyle iyi, öyle içten bir insandı ki evimize
girdiğinde adeta evimizin havası değişiyordu. 60-65 yaşlarında hafif kilolu, kısa
boylu ve yuvarlak yüzlüydü. Bizimle sohbet ederken ara sıra başımı okşar,
gözlüklerinin üzerinden gözlerime içine bakardı. Tatlı dilli, güler yüzlü ve
sevecen bir insandı. Hemen hemen her gün evimize uğrar halimizi hatırımızı
sorardı.
Gel zaman git zaman dostluğumuz ilerledi. Bütün mahalleyle kaynaşıverdik
ama Neriman teyze bir başkaydı sanki. Yine bir gün kahve içmek için bize geldi
Neriman teyze. Bana aynı annem gibi güzel öğütler verdi. Başkasının malına el
uzatmamamızı, insanların emeğine saygı duymamız gerektiğini sık sık tembihledi.
Okula gitmek için kendime bir yol belirlemiştim. Her gün aynı yolu kullanıyor,
etrafımı dikkatlice inceliyordum. Bir sabah okula gitmek için yola koyuldum.
Yüz metre ileride yolun sonunda iki katlı yeşil bir ev vardı. Bahçeli bir evdi
bu. Evin bahçesindeki ağaç çok dikkatimi çekmişti. Daha önce görmediğim bir
meyve ağacıydı bu. Kahverengimsi renkte zeytin büyüklüğünde olan bu ağacın dalları
bahçe duvarını aşmış neredeyse yere kadar uzanıyordu. Etrafıma bakındım ama
kimsecikler yoktu. Bu ilginç meyveden bir tane koparıp tadına bakmak istedim
fakat sonra aklıma annemin ve Neriman teyzenin öğütleri geldi. Ne demişti
Neriman teyze? Başkasının malına el uzatma, emeğe saygılı ol! Yoluma devam
ettim elbette. Okul dönüşü aynı yoldan geçerken gözüm yine aynı ağaca takıldı.
Yoldan geçen yaşlı amcaya bu meyvenin adını sordum. Bana “hinnap” olduğunu söyledi.
Kendini ilk defa gördüğüm gibi adını da ilk defa duymuştum. Tadını daha çok
merak etmeye başlamıştım. Ağaca baka baka evin yolunu tuttum. Akşam yemeğimi
yiyip, ödevlerimi yaptıktan sonra hemen uyudum. Sabah okulun yolunu tuttum. Gece
sabaha kadar yağmur yağmış ve şiddetli fırtına ortalığı birbirine katmıştı.
Biraz daha ilerledim. Bir de ne göreyim? Fırtına hinnap ağacının koca bir
dalını kırmasın mı? Üstelik güzelim ağacın dalı çöpün kenarına doğru itilmişti.
Önce bir tane koparıp ağzıma attım. Çok lezzetli bir meyveydi. Arkadaşlarıma
ikram etmek için kalan hinnapları topladım. Ağacın dalının kırılmasına çok
üzüldüm fakat bu sayede meyvenin tadına bakabilmiştim. O ağacın dalı kırılmadan
önce o meyveye el uzatmadığım için, başkasının emeğine saygısızlık yapmadığım
için adeta ödüllendirilmiştim. Bu mutlulukla okuluma gidip, arkadaşlarımla
duygularımı paylaşırken, topladığım bütün hinnapları afiyetle yedik.