Yoğun geçen bir iş günü
daha sona ermişti. Erdem Bey içinse öğlen gelen telefondan sonra dakikalar saat
kadar olmuş, zaman sanki vazifesini unutmuştu. Neredeyse her gün gelen
telefonlardan biriydi ama bardağı taşıran son damlaydı sanki. Hiç kimseye laf
atmadan çıktığı iş yerinden hızlı adımlarla arabasına doğru yürüdü. Homurdanarak
açtığı arabanın kapısını yine homurdanarak sertçe kapattı. “Neyi eksik? Çeşit
çeşit oyuncakları, istemediği kadar kitabı var. En iyi dershaneye gönderiyorum,
özel okullarda okutuyorum daha ne yapayım?”diye homurdanırken bir yandan da
evine vardığında neler söyleyeceğini nasıl bir ceza vereceğini düşünüyordu. Biraz
hızlı kullandığı arabasını ani bir frenle durdurmak zorunda kaldı. Lapa lapa
yağan karı o an fark etmişti. Yolun ortasında duran yavru köpeği iyi ki
görmüştü. Yoksa felaket olacaktı. Bir an arabasından inmek ya da kenardan geçip
gitmek arasında bocaladı. Arabasıyla az geri geri geldi ve kenardan geçip
gitti. Dört beş metre ilerlemişti ki gitmekten vazgeçti, tekrar geri geri
geldi. Köpeğin yanında durdu. Arabasından indi. O an yüzüne vuran buz gibi
soğuğu hissetti. Yavru köpeğe doğru eğildi, tüylerindeki karı silkeledi. Simsiyah
tüyleri vardı ve o siyah tüylerin arasında ona bakan boncuk boncuk gözleri... O
an da babasının ona yedi yaşındayken aldığı köpeği Boncuk’u hatırladı. Erdem
Bey sanki çocukluğuna dönmüştü. Arkasından babasının sesini duyar gibiydi.” Ona
vereceğin ekmek, su kadar göstereceğin sevgi de önemli.” diyordu.
Sonrasında
ona ne isim vereceğini soruyordu Erdem Bey’e. O günkü gibi heyecanla “Boncuk”
diye bağırmıştı. Yavru köpeğin havlamasıyla kendine geldi. Titreyerek ayağını
yukarıya kaldırmaya çalışarak acıyla inliyordu. Orada öylece kalırsa acıdan
ölmese bile, soğuktan donarak ölürdü. Ayağa kalktı, köpeğin üzerindeki karları
bir kere daha silkeleyip köpeği arabanın arka koltuğuna koydu. Kendisi de hızla
arabasına bindi. Karın yolları kapatabileceğini bile umursamadan arabasını
geldiği yöne çevirdi. İş yerine yakın bir yerde veteriner gözüne çarpmıştı.
Veterinere ulaştığında saat dokuz olmuştu. Veteriner köpeği içeride muayene ederken
Erdem Bey de kapının yanındaki koltuğa oturmuş bekliyordu. Yine babası düşmüştü
aklına, hiç okula gitmemiş olmasına rağmen ne kadar anlayışlı ve ileri
görüşlüydü. Kendisi okuyamadığı için oğlunun okumasını çok istemiş ve Erdem Bey’i
şehirde yatılı bir okula vermişti. Oğlunu uzaklarda yalnız bırakmamış; kıt
kanaat geçinmesine rağmen her gün arayıp halini, hatırını, derslerini, arkadaşlarını
ve sıkıntılarını sormuştu.
Tatillerde ise köyüne giden Erdem Bey çiftçi olan
babasına yardım eder, arta kalan zamanlarda babasıyla balığa çıkar, Boncuk’la
gezinti yapar, günün yorgunluğunu ise annesinin dumanı üstünde tarhana
çorbasını içerek giderirdi. Babasının anlattığı ilginç hikâyelerle uykuya
dalardı. Düşüncelere dalmışken veterinerin sesiyle kendine geldi. Yavru köpeği
getirmiş kucağına vermişti. Neyse ki bacağında, önemli bir şey yoktu. Burkulmuştu
sadece. Tekrar dışarı çıktıklarında kar etkisini yitirmişti. Arabasına bindi, köpeği
de köşedeki marketten aldığı bir kutuya koyarak arka koltuğa bıraktı. Düşünceleri
kaldığı yerden devam ediyordu. Anlaşılan onlar da bu gece hatasını yüzüne
vurmaya kararlıydı. Hala kendi çocukluğunu, şu anda kıymetini daha iyi anladığı
mutlu ailesini düşünüyordu. Onun, ne odalar dolusu oyuncağı, ne de istediği her
şeyi alacak imkânı olmuştu. Özel okullarda okuyamamıştı ama mutluydu ve
huzurluydu. Kendini güvende hisseder, yapacağı doğruda da yanlışta da ailesinin
dağ gibi arkasında olduğunu bilirdi. Kendi oğlu Ali geldi aklına. O da onun
hissettiklerini hissediyor muydu, mutlu muydu? Güvende olduğunu, sevildiğini
biliyor muydu? Bunları hissettirebilmiş miydi oğluna. ”Hayır” dedi sessizce. Ona
oyuncaklar almış fakat paylaşmayı öğretmemişti. Arkadaşlarınla iyi ol demiş ama
oğluyla arkadaş olmamıştı. Özel okula vermiş ama güven verememişti. Para
vermiş, sevgi verememişti. Ali, Erdem Bey’in işi dolayısıyla üç defa okul
değiştirmişti. Evde de yorgunum, işim var bahaneleriyle hep yalnız oynamak
zorunda kalmış yapayalnız bir çocuktu. Erdem Bey artık öğlen gelen telefonlara
kızmıyordu, kendisine kızıyordu. İş hırsı, oğlunu hep en iyi olarak görme
isteği sadece gözünü değil, kalbini de kör etmişti. Bu düşüncelerin beraberinde
getirdiği pişmanlık duygusu içinde nihayet evine ulaşmıştı.
Sessizce kapıyı
açtı. Eşi ve oğlu çoktan uyumuştu. Kutuyu görünmeyecek bir köşeye bıraktı. Bir kâseye
su, bir kâseye süt doldurup kutuya bıraktı. Oğlunun odasına gidip yanağına bir
öpücük kondurdu. Bunu en son ne zaman yaptığını, hatırlamıyordu. Sonra yavaşça
odasına gitti. Sabah olduğunda Erdem Bey, sanki aylarca süren iş seyahatinden
yeni dönmüşçesine heyecan ve özlemle oğlunun odasına gitti, oğlunu yanağından
öpüp ”Hadi kalk okuluna geç kalacaksın” dedi. Ali uykulu gözlerle babasına
baktı, şaşırmıştı çünkü babası onu ilk kez böyle uyandırıyordu. O daha
şaşkınlığını üzerinden atamamıştı ki babası “ Hadi hazırlan. Aşağıya in, sana
bir sürprizim var.”dedi. Ali hazırlanırken bir yandan da babasındaki bu büyük
değişimin sebebini düşünüyordu. Onun her zamanki gibi gelip bağırıp çağırmasını
hatta ceza bile vermesini bekliyordu ama babası onu öpmüş, hatta bir sürprizi
olduğunu söylemişti. Aslında, Ali sürprizi merak etmiyordu. Her zamanki gibi
oyuncaktır diye düşünüyordu. Yoksa öğretmeni telefonda iyi şeyler mi
söylemişti. Ama öğretmeni Ali’ye, arkadaşını ittiği için onu babasına
söyleyeceğini söylemişti. Ali, yüzündeki aynı şaşkın ifadeyle aşağıya indi. Babası
onu bir kutuyla bekliyordu. Fakat bu kutu öncekiler gibi süslü kâğıtlarla
sarılı değildi. Babası kutuyu yere bıraktı. Ali’den açmasını istedi. Ali kutuyu
açıp yavru köpeği görünce sevinçten bir çığlık attı. Biraz sevdikten sonra
adını sordu.
Babası “Adını sen koyacaksın.”dedi. Ali önce siyah tüylerine bakıp
“Kara” dedi ama sonra boncuk boncuk gözlerini görünce “Adı Boncuk olsun Boncuk” diye bağırdı. Ali, Boncuk’la
o kadar meşguldü ki Erdem Bey’in “Adının Boncuk olduğunu biliyordum.” dediğini
duymadı bile. Ali o gün okulda hep Boncuk’tan bahsetti. Sınıfta birkaç kişinin
daha köpeği vardı. Ona ihtiyacı olduğunda yardım edebileceklerini söylediler. O
günden sonra Ali daha sevgi dolu, anlayışlı, dikkatli olmuştu. Arkadaşlar
edinmişti. Artık şikâyet telefonları da gelmiyordu. Ali okuldaki en çalışkan
öğrenci değildi ama daha iyi bir öğrenciydi. Bunda ailesinin özellikle de
babasının ona gösterdiği sevgi, saygı, ilgi ve alakanın çok büyük etkisi
olmuştu. Babası akşamları onunla sohbet ediyor, vakti olduğunda oyun bile
oynuyordu. Hafta sonları birlikte balık tutmaya gidiyorlar, bisiklete
biniyorlar, spor yapıyorlardı. Güzel havalarda hep beraber pikniğe
gidiyorlardı. Hepsinden önemlisi ise babası artık Ali’ye patronuymuş gibi değil
babasıymış bazen de arkadaşıymış gibi davranıyordu. Babası, onun okulun en
çalışkanı değil en mutlu bir insan olmasını istiyordu. Ali şimdi büyük bir
hastanede çocuk doktorudur. Odasına gelen çocuklar önce ona tedirgin gözlerle
bakıyor hatta ondan korkuyor ama o, yüzündeki kocaman gülümseme ve şefkat dolu bakışlarıyla
kendini onlara sevdiriyor. Çünkü o biliyor ki tedavide verilen ilaçlar kadar gösterilen
sevgi ve ilgi de insanı iyileştiren büyük bir etken. Aslında her şey sevmekle
başlıyor. Daha anne karnında, elini tutmadan, yüzünü görmeden sevmiyor mu anne
çocuğunu. Sevgi içinde saygıyı, ilgiyi, merhameti, sadakati ve samimiyeti
barındırıyor. Biz bugün çocuk olabiliriz. Sevmekten çok sevilmeye ihtiyacımız
var. Yarın büyüdüğümüzde ise sevmeyi de sevilirken öğrenmiş olacağız. Her şey sevmekle
başlar.